27 Aralık 2010 Pazartesi

21 Aralık 2010 Salı

Babam


Benim babam uzun yol soforuydu. Hep uzaklardaydi. Bu yuzden bizim buyudugumuze hicbir zaman tanik olamadi. Bizse onu emekliligine kadar neredeyse hic taniyamadik.

Kucukken babasiz kalan cocuklardan tek farkimiz bir gun geri donecegine inananin sadece bizim olmamamizdi. Sobali evimizin tek sicak odasinda ayaklarimizi biribirimize yanastirip uyumaya calisirken annemin ablam, kardesim ve bana anlattigi bir masalin kahramani degil, uyandigimizda basucumuzda buldugumuz 3 ucuz cikolatayi gizlice koyan cocuk perisi, gece biz uyurken alelacele ama sessizce yanaklarimiza kondurulmus uc sicak opucugun sahibiydi. Bunlar bize hicbir zaman yetmezdi. Gunduz gozuyle babamizi gorebilmek cocuk aklimizin en gercekustu dusleriydi.

Arada bir yola cikarken bizi de alirdi yanina. Bazen tek tek, bazen hep beraber. Benim en guzel cocukluk anilarim sanirim babamla basbasa Duzce-Istanbul yolunda gecirdigim zamanlardi. Sabahin en kor saatinde yari uykulu evden cikardik babamla. Annem elimize yolluk 1-2 parca bir seyler tutustururdu. Benimse gozlerim sabah okula gitmek zorunda olan ablami ve daha bebek olan kardesimi arardi. Beni gormelerini isterdim; gorurlerse iclerine dolusan kiskancligin o mutlu animi daha da guzel kilacagini, babamin sadece bana ait oldugunu artik kabulleneceklerini dusunurdum. Su an gozlerimi kapatip o gunleri tekrar dusledigimde ne ablamin ne de kardesimin yuzlerini hatirlayabiliyorum. Bu afyonsu hayal belli ki ya hic vuku bulmadi ya da uykulu gozlerimin ardinda bir ruya itibari gordu.

Babam bu kisa sayilabilecek yolculuklarda artik ezberledigi yollarin oykulerini, dedemden dinledigi tek masali, simdi dusununce bana karanlik onaysa mutluymus gibi gelen cocukluk anilarini, Fransa’daki 4 yilina ait maceralarini ve o mutluluk sarhosluguyla aklimda kalmayan daha nice oykulerini anlatirdi. Yol yorardi cocuk bedenimi. Bazen bu oykulerin tam ortasinda uykuda bulurdum kendimi. Kalktigimda uzerimde babamin mazot lekeli yasli parkasi, babamin kokusuyla karisik bir seker kokusu gelirdi burnuma. Kokuyu bir turlu adlandiramazdim, babama sorardim hemen. “Bilmem ki” derdi, her seferinde cocuk safligimla inanirdim. Sonra da “Su siyah poseti bi acsana, ne varmis icinde” derdi. Ve her seferinde ayni heyecanla, ayni merakla acardim o siyah poseti ve yine her seferinde icinden sadece bana ait, benim icin alinmis en sevdigim meyve muz cikardi. Biz kucukken muz pahaliydi, ayda bir alinirdi eve. Alindiginda da 3 kardes esit paylasmak zorunda kalirdik. Ama bu yolculuklarda dedim ya hepsi bana aitti. “Evet” derdim, “babam en cok beni seviyor”.

Donus yolu biraz buruk olurdu. Uykuya yenilen bedenim babami benden alirdi. Uyandigimda eve cok yakin olurduk. Evde ablam vardi, kardesim vardi, annem vardi, babam yorgundu, uyumak lazimdi. Babam sadece bana ait degildi evdeyken. Babam bu uzuntulu halimi anlardi sanki, konuyu degistirirdi hemen. “Gezmek oldu mu?” derdi, “Oldu” derdim. “Evdekilere muz yedigini soylemek yok ama” derdi, “Yok” derdim. Sonrasi bilindik, eve gelirdik ve ben bir sonraki yolculugumuzu gorurdum o gece ruyamda.

Simdi dusununce her ne kadar kendisi pek bilmese de babamin hem cocukluk hem de bugunku hayallerimin bas kahramani oldugunu fark edebiliyorum. Baba demek benim icin uzak demekti, babam benim ilk askimdi. Ask her zaman uzaktaydi ama para kazanmak icin, bize iyi bir gelecek verebilmek icin. Oysa ki o da isterdi bizimle olmayi, bu yuzden hicbir zaman suclayamadim babami. Annemin her seferinde babamin “bizim icin” uzaklarda oldugunu bastira bastira soylemesi cocukluk hayallerimi bile o yonde kurmama neden olmustu. Ben hatirlamiyorum, halam beni her gordugunde yuzunde saf bir tebessumle anlatir. O yaslarda hayali bir kocam varmis. “Adi Mehmet’ti” der, “Mehmet Almanya’da yasiyormus, biraz calisip para biriktirdikten sonra seni de yanina aldiracakmis”. O kadar gercekci anlatirmisim ki Mehmet’e olan askima herkesi inandirabilirmisim.

Mehmet de babam gibiymis, uzakta. Para kazanmak icin uzaktaymis, benim sadece akrabalarimdan adini duydugum bir ulkede. Beni seviyormus, bir gun kesin donecekmis benim icin. Babam gercekten varmis, o yokmus ama babam yokken aslinda o varmis yanimda. Kucukken eksikligini duydugum babami bir hayal kahramani olarak bilincaltimda yasatmisim meger. Cocuklugumun safligi babama ve Mehmet’e olan askimi biribirinden ayirmayi secmek yerine ikisini de ayni bedene hapsetmis. Belki o gunlerde bana Mehmet’in neye benzedigini sorsalar babam gibi esmer, biyikli, yapili bir adam tarif ederdim. Zamanla fark ettim ki cocuk benligim de bugun aynada gordugum kadin da aslinda her askinda cocuklugunda ozledigi o babayi ariyormus.

Baba “korunmak” demektir, “guven” demektir. Bir kiz cocugunun her zaman yaninda olmalidir, olmalidir ki kiz ilk askini babasinda bulsun. Babam benim yanimda olamasa bile ben de aski hep babamda buldum. Mehmet’in hayali veya gercek bir erkegin bedeni, benim icin babamin baska isimlerin uzerine dusen yansimasiydi. Bu yuzden zamanla korunmaya muhtac yanimi icimden sokup atamadim. Babamin hicbir zaman oksayamadigi saclarimda hissettigim baska bir erkege ait ellerin verdigi sicaklik butun bedenimi kapladi. Doya doya sarilamadigim babamin bedenini aradim hayatimdaki erkeklerde. O sicakligi, o sefkati, o saf sevgiyi dokundugum olgun bedenlerin terle karisik kokusundan cikarmaya calistim omrum boyunca. Cocukken aksamlari babami arayan gozlerim, o gun okulda yaptiklarimi anlatmak icin icime sigmayan heyecanim, kulagimda babamin sessiz gulumsemesi ve kisilan gozleri ve tum bunlari bana gizliden gizliye vaad eden yabanci erkeklerin bedenleri.. Hicbiri onlarda aslinda babami aradigimi bilemedi. Belki de bu yuzden aldatildigimi ogrenmek bircok kadina gore daha cok acitti canimi. Cunku icten ice aslinda babam beni aldatmisti. Beni korumasi gereken, beni herseyden cok seven, bu yuzden de cocukluk ozlemime donusen babam..

Babam su an beraber yasayamadiklarimizi yegenimle yasamaya calisan yasli bir adam. Bense garip bir sekilde yegenimi kiskaniyorum. Babamdan kalan boslugu doldurabilecek bir erkegi, Mehmet’i ya da bir baskasini aramak yerine babamin kendisinin o boslugu doldurmasini isterdim aslinda. Cocukluk artik cok geride kaldi, babam ve hayallerim de. Gozlerimi kapatsam, bir gun actigimda Duzce-Istanbul yolunda babamla beraber bulsam kendimi. Babama sikica sarilsam.. O zaman o bosluk kaybolur mu ki?


19 Aralık 2010 Pazar

3


Bugun hayatimin en mutlu gunu olabilirdi.. Ya da icinde en azindan bir-iki mutluluk sozu gecebilirdi.. 3-5 gun onceden yazilmis bir mail, merakli bekleyis, "keske"li, "3 sene once bugun"lu cumleler, hepsi ya da herhangi biri.. O zaman belki hic aldatilmamis bile olabilirdim..




18 Aralık 2010 Cumartesi

Bir cumartesi sabahi

Dun gece erken yatayim dedim. Yatakta birkac saatlik debelenmenin ardindan sizdim sanirim. Gece muhtelif saatlerde gozlerimi actim ve nitekim sabahin kor bir saatinde gozlerimi actiktan sonra bir daha kapatamadim. Hala gozlerim acik, beynimde bir uyusukluk, haftaicini aratmayan bir cumartesi sabahi..

Insan ici rahatken uykusu olmasa bile uyuyabilir, en azindan benim icin oyle. Eskiden cumartesi sabahlari "5 dk daha" diye soylendigim, mizmizlanarak sicacik yatagimi terk ettigim zamanlardi. Gune guzel bir kahvaltiyla baslamak da kendime koydugum en guzel odul. Halbuki gunlerdir kahvaltimi sabah sogugunda ard arda 3-5 dal sigara yakarak yapiyorum. Keyif de vermiyor isin kotusu, bogazima kadar gelip dolanlari orada birakmama yardim ediyor sadece. Biliyorum cunku eger bir sigara eksik olursa kuru kalabaligin bir parcasi olan varligim aglama nobeti geciren "zavalli kiz"a donusecek. Bu sabahki kahvaltim da o yuzden farkli degil. Yalniz odamda biri biri ardina yakilan 3-5 dal sigara.

Ben en cok cumartesi sabahlarini severdim. Eskiden kalan bir aliskanlik, her dem tatil, birlikte gecirilen, dolu dolu yasanan saatler demekti benim icin. Sabah mizmizlanarak kalktigimda veya gozumu acar acmaz bilgisayarimi actigimda ya da bilgisayar basinda bir gozum kontoru kalmamis telefonumda, kulagim bilgisayarin ufacik bir tingirdamasinda, heyecanla bekledigim, icimi isitan, bana yasadigimi hissettiren, gelecek hafta nasil bir ruh halinde olacagimi belirleyen, onca zaman sonra bile 2 dakikasi icin omrumden 2 gun veririm diyecek kadar beni comert kilan o guzel cumartesiler yok artik.

Surekli homurdanan, ona buna catan kadin da belli ki o cumartesilerde kaldi. Su an gordugum kadin kullukteki izmaritlerin yaydigi kokuyla beynini uyusturarak kendi kosesinde sessiz sedasiz boslukta kaybolan yansimasini izliyor. Eskiden cumartesi gunleri karsisindaki aynaya bakardi, guzel bir kadin vardi o zamanlarda. Bosluktaki o belli belirsiz kadin gibi daginik saclari arasindaki ufak yaralari tirnaklariyla kaziyarak hala hissedebildigini kendine kanitlamaya calismazdi; vucudundaki her hormon, kalbindeki sicacik kipirti, aynada gordugu o guzel kadin hicbir zaman olmeyecegini fisildardi kulagina. Kazinmaktan kurumus, kan toplamis yaralari da yoktu bedeninde. Guzel bir kadindi.

Tum bu cumartesilerden sonra bugun yine bir cumartesi sabahina uyandigima inanabilmek zor, canimi acitiyor. Bugun baska bir gun, bambaska bir gun olmali. O eski mutlu cumartesiler baska bir takvimin kutsal gunleriydi. Bugunse kiyamet takviminin en lanetli en karanlik gunu. Bir daha olmamasi gereken bir gun!

Biliyorum; Isa bir cumartesi inecek yeryuzune, oluler bir cumartesi gunu dirilecek, dunyayi bir cumartesi gunu duman kaplayacak, gunes bir cumartesi gunu dogudan batacak, dunya bir cumartesi gunu yerlebir olacak. Bense bir cumartesi gunu yine uzaklardan gelecek bir sesi bekliyor olacagim..


12 Aralık 2010 Pazar

Körlük

Uzun bir aradan sonra kafami toparladim ve nihayet elime bir kitap alabildim. Tasinma telasi, isti guctu derken evet ancak kendimi bir kitaba verecek zamani buldum. Baska insanlara da oluyor mu bilemiyorum ama ben ne zaman bir kitabi cok severek okusam kendime kiziyorum, "neden daha once kesfedemedim ben seni" diyorum. José Saramago'nun Körlük kitabindan sonra da ayni seyi dedim, "neden" dedim, "neden daha once bulamadim ben seni?".

Kitap bir sehri bir anda etkisi altina alan beyaz körlük uzerine. Oyle ki bu körlüge ragmen gormeyen gozler cinayetlere, tecavuzlere tanik olur. Insanlar kimsenin kendilerini gormedigini dusunerek gercek benliklerini gizleme ihtiyaci duymaktan vazgecer. Tek bir kisi bilinmeyen bir nedenle bu körlügun etkisinden kurtulur. Tek bir cift goren goz ve bir sehir dolusu beyaz kor..

Bu kitap baska kosullar altinda beni bu kadar etkiler miydi, acikcasi bilemiyorum. Kitabi okurken kendimi o sehrin bir sakiniymisim, vaktiyle ve hatta uzunca bir sure o kadar goren gozun arasinda korlugu devam eden tek bir kisi kalmisim meger, bunu fark ettim. Cevremde neler olup biterken ben gozlerim acik ama dunyayi bembeyaz goruyormusum. Ne zaman ki salgin bitmis, tek kor ben de gercekleri gormeye baslamisim, ruhumun yasadigi sehrin nasil bir virane haline geldigini ve insanlarin gormeyen gozleri firsat bilip nelere kalkisabilecegine uyanmisim, iste o zaman korlugumun mucizesinin bir omur boyu surmesini diledim. 3 yil kor kalip gercek dunyaya uyanmak bir hediye degilmis, hak-hukuktan uzak bir cezaymis aslinda. Cevremdeki herkes tum bu pislikleri korlugumu kullanip benden gizlemis. En yakinim dedigim en uzagimmis, en gaddari en laneti en pisiymis. Korlugum sayesinde yalan yanlis sebeplerle aldatildigim gercegi ne de guzel gizlenmis benden. Halbuki ben sonsuza kadar gozlerimi kapatip o beyazligi hayal etmeyi aldatilmaya, aptal yerine konmaya, kandirilmaya tercih edecek kadar kor bir insandim.

Insan yasadiklarindan ders alir-almalidir gibi martavallar ancak yasananin etkisi azaldiktan sonra cevremizdeki insanlarin bir seyler soylemis olmak icin doldurdugu repliklerdir. Ama benim buna su an ihtiyacim yok. Yasadiklarim henuz taze. Nefretim hic dusunemeyecegim kadar derin. Korlugum mu? Sanirim ben hala korum. Tek fark her yer beyaz degil, simsiyah sadece.