27 Aralık 2010 Pazartesi

21 Aralık 2010 Salı

Babam


Benim babam uzun yol soforuydu. Hep uzaklardaydi. Bu yuzden bizim buyudugumuze hicbir zaman tanik olamadi. Bizse onu emekliligine kadar neredeyse hic taniyamadik.

Kucukken babasiz kalan cocuklardan tek farkimiz bir gun geri donecegine inananin sadece bizim olmamamizdi. Sobali evimizin tek sicak odasinda ayaklarimizi biribirimize yanastirip uyumaya calisirken annemin ablam, kardesim ve bana anlattigi bir masalin kahramani degil, uyandigimizda basucumuzda buldugumuz 3 ucuz cikolatayi gizlice koyan cocuk perisi, gece biz uyurken alelacele ama sessizce yanaklarimiza kondurulmus uc sicak opucugun sahibiydi. Bunlar bize hicbir zaman yetmezdi. Gunduz gozuyle babamizi gorebilmek cocuk aklimizin en gercekustu dusleriydi.

Arada bir yola cikarken bizi de alirdi yanina. Bazen tek tek, bazen hep beraber. Benim en guzel cocukluk anilarim sanirim babamla basbasa Duzce-Istanbul yolunda gecirdigim zamanlardi. Sabahin en kor saatinde yari uykulu evden cikardik babamla. Annem elimize yolluk 1-2 parca bir seyler tutustururdu. Benimse gozlerim sabah okula gitmek zorunda olan ablami ve daha bebek olan kardesimi arardi. Beni gormelerini isterdim; gorurlerse iclerine dolusan kiskancligin o mutlu animi daha da guzel kilacagini, babamin sadece bana ait oldugunu artik kabulleneceklerini dusunurdum. Su an gozlerimi kapatip o gunleri tekrar dusledigimde ne ablamin ne de kardesimin yuzlerini hatirlayabiliyorum. Bu afyonsu hayal belli ki ya hic vuku bulmadi ya da uykulu gozlerimin ardinda bir ruya itibari gordu.

Babam bu kisa sayilabilecek yolculuklarda artik ezberledigi yollarin oykulerini, dedemden dinledigi tek masali, simdi dusununce bana karanlik onaysa mutluymus gibi gelen cocukluk anilarini, Fransa’daki 4 yilina ait maceralarini ve o mutluluk sarhosluguyla aklimda kalmayan daha nice oykulerini anlatirdi. Yol yorardi cocuk bedenimi. Bazen bu oykulerin tam ortasinda uykuda bulurdum kendimi. Kalktigimda uzerimde babamin mazot lekeli yasli parkasi, babamin kokusuyla karisik bir seker kokusu gelirdi burnuma. Kokuyu bir turlu adlandiramazdim, babama sorardim hemen. “Bilmem ki” derdi, her seferinde cocuk safligimla inanirdim. Sonra da “Su siyah poseti bi acsana, ne varmis icinde” derdi. Ve her seferinde ayni heyecanla, ayni merakla acardim o siyah poseti ve yine her seferinde icinden sadece bana ait, benim icin alinmis en sevdigim meyve muz cikardi. Biz kucukken muz pahaliydi, ayda bir alinirdi eve. Alindiginda da 3 kardes esit paylasmak zorunda kalirdik. Ama bu yolculuklarda dedim ya hepsi bana aitti. “Evet” derdim, “babam en cok beni seviyor”.

Donus yolu biraz buruk olurdu. Uykuya yenilen bedenim babami benden alirdi. Uyandigimda eve cok yakin olurduk. Evde ablam vardi, kardesim vardi, annem vardi, babam yorgundu, uyumak lazimdi. Babam sadece bana ait degildi evdeyken. Babam bu uzuntulu halimi anlardi sanki, konuyu degistirirdi hemen. “Gezmek oldu mu?” derdi, “Oldu” derdim. “Evdekilere muz yedigini soylemek yok ama” derdi, “Yok” derdim. Sonrasi bilindik, eve gelirdik ve ben bir sonraki yolculugumuzu gorurdum o gece ruyamda.

Simdi dusununce her ne kadar kendisi pek bilmese de babamin hem cocukluk hem de bugunku hayallerimin bas kahramani oldugunu fark edebiliyorum. Baba demek benim icin uzak demekti, babam benim ilk askimdi. Ask her zaman uzaktaydi ama para kazanmak icin, bize iyi bir gelecek verebilmek icin. Oysa ki o da isterdi bizimle olmayi, bu yuzden hicbir zaman suclayamadim babami. Annemin her seferinde babamin “bizim icin” uzaklarda oldugunu bastira bastira soylemesi cocukluk hayallerimi bile o yonde kurmama neden olmustu. Ben hatirlamiyorum, halam beni her gordugunde yuzunde saf bir tebessumle anlatir. O yaslarda hayali bir kocam varmis. “Adi Mehmet’ti” der, “Mehmet Almanya’da yasiyormus, biraz calisip para biriktirdikten sonra seni de yanina aldiracakmis”. O kadar gercekci anlatirmisim ki Mehmet’e olan askima herkesi inandirabilirmisim.

Mehmet de babam gibiymis, uzakta. Para kazanmak icin uzaktaymis, benim sadece akrabalarimdan adini duydugum bir ulkede. Beni seviyormus, bir gun kesin donecekmis benim icin. Babam gercekten varmis, o yokmus ama babam yokken aslinda o varmis yanimda. Kucukken eksikligini duydugum babami bir hayal kahramani olarak bilincaltimda yasatmisim meger. Cocuklugumun safligi babama ve Mehmet’e olan askimi biribirinden ayirmayi secmek yerine ikisini de ayni bedene hapsetmis. Belki o gunlerde bana Mehmet’in neye benzedigini sorsalar babam gibi esmer, biyikli, yapili bir adam tarif ederdim. Zamanla fark ettim ki cocuk benligim de bugun aynada gordugum kadin da aslinda her askinda cocuklugunda ozledigi o babayi ariyormus.

Baba “korunmak” demektir, “guven” demektir. Bir kiz cocugunun her zaman yaninda olmalidir, olmalidir ki kiz ilk askini babasinda bulsun. Babam benim yanimda olamasa bile ben de aski hep babamda buldum. Mehmet’in hayali veya gercek bir erkegin bedeni, benim icin babamin baska isimlerin uzerine dusen yansimasiydi. Bu yuzden zamanla korunmaya muhtac yanimi icimden sokup atamadim. Babamin hicbir zaman oksayamadigi saclarimda hissettigim baska bir erkege ait ellerin verdigi sicaklik butun bedenimi kapladi. Doya doya sarilamadigim babamin bedenini aradim hayatimdaki erkeklerde. O sicakligi, o sefkati, o saf sevgiyi dokundugum olgun bedenlerin terle karisik kokusundan cikarmaya calistim omrum boyunca. Cocukken aksamlari babami arayan gozlerim, o gun okulda yaptiklarimi anlatmak icin icime sigmayan heyecanim, kulagimda babamin sessiz gulumsemesi ve kisilan gozleri ve tum bunlari bana gizliden gizliye vaad eden yabanci erkeklerin bedenleri.. Hicbiri onlarda aslinda babami aradigimi bilemedi. Belki de bu yuzden aldatildigimi ogrenmek bircok kadina gore daha cok acitti canimi. Cunku icten ice aslinda babam beni aldatmisti. Beni korumasi gereken, beni herseyden cok seven, bu yuzden de cocukluk ozlemime donusen babam..

Babam su an beraber yasayamadiklarimizi yegenimle yasamaya calisan yasli bir adam. Bense garip bir sekilde yegenimi kiskaniyorum. Babamdan kalan boslugu doldurabilecek bir erkegi, Mehmet’i ya da bir baskasini aramak yerine babamin kendisinin o boslugu doldurmasini isterdim aslinda. Cocukluk artik cok geride kaldi, babam ve hayallerim de. Gozlerimi kapatsam, bir gun actigimda Duzce-Istanbul yolunda babamla beraber bulsam kendimi. Babama sikica sarilsam.. O zaman o bosluk kaybolur mu ki?


19 Aralık 2010 Pazar

3


Bugun hayatimin en mutlu gunu olabilirdi.. Ya da icinde en azindan bir-iki mutluluk sozu gecebilirdi.. 3-5 gun onceden yazilmis bir mail, merakli bekleyis, "keske"li, "3 sene once bugun"lu cumleler, hepsi ya da herhangi biri.. O zaman belki hic aldatilmamis bile olabilirdim..




18 Aralık 2010 Cumartesi

Bir cumartesi sabahi

Dun gece erken yatayim dedim. Yatakta birkac saatlik debelenmenin ardindan sizdim sanirim. Gece muhtelif saatlerde gozlerimi actim ve nitekim sabahin kor bir saatinde gozlerimi actiktan sonra bir daha kapatamadim. Hala gozlerim acik, beynimde bir uyusukluk, haftaicini aratmayan bir cumartesi sabahi..

Insan ici rahatken uykusu olmasa bile uyuyabilir, en azindan benim icin oyle. Eskiden cumartesi sabahlari "5 dk daha" diye soylendigim, mizmizlanarak sicacik yatagimi terk ettigim zamanlardi. Gune guzel bir kahvaltiyla baslamak da kendime koydugum en guzel odul. Halbuki gunlerdir kahvaltimi sabah sogugunda ard arda 3-5 dal sigara yakarak yapiyorum. Keyif de vermiyor isin kotusu, bogazima kadar gelip dolanlari orada birakmama yardim ediyor sadece. Biliyorum cunku eger bir sigara eksik olursa kuru kalabaligin bir parcasi olan varligim aglama nobeti geciren "zavalli kiz"a donusecek. Bu sabahki kahvaltim da o yuzden farkli degil. Yalniz odamda biri biri ardina yakilan 3-5 dal sigara.

Ben en cok cumartesi sabahlarini severdim. Eskiden kalan bir aliskanlik, her dem tatil, birlikte gecirilen, dolu dolu yasanan saatler demekti benim icin. Sabah mizmizlanarak kalktigimda veya gozumu acar acmaz bilgisayarimi actigimda ya da bilgisayar basinda bir gozum kontoru kalmamis telefonumda, kulagim bilgisayarin ufacik bir tingirdamasinda, heyecanla bekledigim, icimi isitan, bana yasadigimi hissettiren, gelecek hafta nasil bir ruh halinde olacagimi belirleyen, onca zaman sonra bile 2 dakikasi icin omrumden 2 gun veririm diyecek kadar beni comert kilan o guzel cumartesiler yok artik.

Surekli homurdanan, ona buna catan kadin da belli ki o cumartesilerde kaldi. Su an gordugum kadin kullukteki izmaritlerin yaydigi kokuyla beynini uyusturarak kendi kosesinde sessiz sedasiz boslukta kaybolan yansimasini izliyor. Eskiden cumartesi gunleri karsisindaki aynaya bakardi, guzel bir kadin vardi o zamanlarda. Bosluktaki o belli belirsiz kadin gibi daginik saclari arasindaki ufak yaralari tirnaklariyla kaziyarak hala hissedebildigini kendine kanitlamaya calismazdi; vucudundaki her hormon, kalbindeki sicacik kipirti, aynada gordugu o guzel kadin hicbir zaman olmeyecegini fisildardi kulagina. Kazinmaktan kurumus, kan toplamis yaralari da yoktu bedeninde. Guzel bir kadindi.

Tum bu cumartesilerden sonra bugun yine bir cumartesi sabahina uyandigima inanabilmek zor, canimi acitiyor. Bugun baska bir gun, bambaska bir gun olmali. O eski mutlu cumartesiler baska bir takvimin kutsal gunleriydi. Bugunse kiyamet takviminin en lanetli en karanlik gunu. Bir daha olmamasi gereken bir gun!

Biliyorum; Isa bir cumartesi inecek yeryuzune, oluler bir cumartesi gunu dirilecek, dunyayi bir cumartesi gunu duman kaplayacak, gunes bir cumartesi gunu dogudan batacak, dunya bir cumartesi gunu yerlebir olacak. Bense bir cumartesi gunu yine uzaklardan gelecek bir sesi bekliyor olacagim..


12 Aralık 2010 Pazar

Körlük

Uzun bir aradan sonra kafami toparladim ve nihayet elime bir kitap alabildim. Tasinma telasi, isti guctu derken evet ancak kendimi bir kitaba verecek zamani buldum. Baska insanlara da oluyor mu bilemiyorum ama ben ne zaman bir kitabi cok severek okusam kendime kiziyorum, "neden daha once kesfedemedim ben seni" diyorum. José Saramago'nun Körlük kitabindan sonra da ayni seyi dedim, "neden" dedim, "neden daha once bulamadim ben seni?".

Kitap bir sehri bir anda etkisi altina alan beyaz körlük uzerine. Oyle ki bu körlüge ragmen gormeyen gozler cinayetlere, tecavuzlere tanik olur. Insanlar kimsenin kendilerini gormedigini dusunerek gercek benliklerini gizleme ihtiyaci duymaktan vazgecer. Tek bir kisi bilinmeyen bir nedenle bu körlügun etkisinden kurtulur. Tek bir cift goren goz ve bir sehir dolusu beyaz kor..

Bu kitap baska kosullar altinda beni bu kadar etkiler miydi, acikcasi bilemiyorum. Kitabi okurken kendimi o sehrin bir sakiniymisim, vaktiyle ve hatta uzunca bir sure o kadar goren gozun arasinda korlugu devam eden tek bir kisi kalmisim meger, bunu fark ettim. Cevremde neler olup biterken ben gozlerim acik ama dunyayi bembeyaz goruyormusum. Ne zaman ki salgin bitmis, tek kor ben de gercekleri gormeye baslamisim, ruhumun yasadigi sehrin nasil bir virane haline geldigini ve insanlarin gormeyen gozleri firsat bilip nelere kalkisabilecegine uyanmisim, iste o zaman korlugumun mucizesinin bir omur boyu surmesini diledim. 3 yil kor kalip gercek dunyaya uyanmak bir hediye degilmis, hak-hukuktan uzak bir cezaymis aslinda. Cevremdeki herkes tum bu pislikleri korlugumu kullanip benden gizlemis. En yakinim dedigim en uzagimmis, en gaddari en laneti en pisiymis. Korlugum sayesinde yalan yanlis sebeplerle aldatildigim gercegi ne de guzel gizlenmis benden. Halbuki ben sonsuza kadar gozlerimi kapatip o beyazligi hayal etmeyi aldatilmaya, aptal yerine konmaya, kandirilmaya tercih edecek kadar kor bir insandim.

Insan yasadiklarindan ders alir-almalidir gibi martavallar ancak yasananin etkisi azaldiktan sonra cevremizdeki insanlarin bir seyler soylemis olmak icin doldurdugu repliklerdir. Ama benim buna su an ihtiyacim yok. Yasadiklarim henuz taze. Nefretim hic dusunemeyecegim kadar derin. Korlugum mu? Sanirim ben hala korum. Tek fark her yer beyaz degil, simsiyah sadece.

16 Kasım 2010 Salı

Erase/Rewind donemi

Kocaman bir koli bulmam lazim en kisa zamanda. Soyle 3 sene boyunca ne biriktirdiysem, ne var ne yoksa sigdirabilecegim kadar buyuk bir sey. Icine herseyi almali, bir paket de sigara. Olur ya bir gun acip tekrar bakarsam herbir seyin anisina karsilik 2-3 tutturup "vay be ben bunlari da yasamisim" demeliyim.

Isin guzel yani zaman kaybi olarak gormuyorum son 3 senemi. Buyuttugum ben yanima en buyuk kar. O zamanlarda kalan kiz cocugu belki tek buyuk kayip ama olsun, buyudum ya artik. Daha bir ben, daha bir kadin, daha bir Summer Finn. Gelecegi dusunmenin, planlar yapabilmenin bir ihtiyac oldugunu bilen, kendini kandirmanin meziyet olmadigini anlayan bir kadin..

Dedim ya koliyi bulup 3 seneyi sigdirmali icine. Sadece "ben" kalmaliyim disarida. O da zaten hayatta bana lazim olan tek sey :)

Hayatimin bu donemi artik: Erase/Rewind

6 Kasım 2010 Cumartesi

Dunyanin en aptal insani

Kendimden nefret ediyorum. Bazen de degil her zaman. Kendimi bunun icin sebepsiz de birakmiyorum, oluruna gore yasiyorum, sebepler zaten kendiliginden geliyor. Dusunmuyorum, uzuyorum, pisman oluyorum, mutsuz ediyorum, mutsuz oluyorum, kendimden igreniyorum. Af diliyorum, soz veriyorum ama bosuna..

Zamani geriye alabilsek.. Yillarda gunlerde gozum yok, sadece 12-13 saat bir sey istiyorum. O hatayi yapmasaydim, incitmeseydim en sevdigimi. Baskalarini bosver de seni uzmeseydim.. Aptalim ben, bunu yuzume vurmayi da en cok sen hak ediyorsun.

Sana anlamsiz da gelse.. Ozur dilerim canim, kardesim, tek dostum, biricigim..

30 Ekim 2010 Cumartesi

Mae evde yokken..

Mae'nin 3 gunluk bayram tatilini memlekette gecirmeye karar vermesiyle beraber korktugum haftasonlarindan birini daha geciriyorum. Hic degismez bu haftasonlari.

Oncelikle bir elisiyle ilgilenmeye baslarim, mesela gecen sefer kukla yapmaya baslamistim (ki okulda bayag isime yaradi bu). Bu sefer de origamiye sardim. Hatta internetten origami kagitlari ve modelleri bulabilecegim bir site buldum. Dunden beri o lotus senin bu sakura benim elisi kagitlariyla cebellesiyorum. Siparis edecegim kagitlarim geldiginde bununla ilgili bir yazi da yazacagim.

Elisinden sonraki asama dunya mutfaklarindan evdeki malzeme elverdigince garip bir yemek denemek. Yine gecen sefer meatball marinara soslu penne yapmistim. Aslinda spaghetti olsa daha bir destekli atmis olabilirdim zira simit arasi pesto sos yerken disimi kirmayi basardigim icin feslegen yiyemiyorum, dolayisiyle feslegen de koyamadim icine. Ama allahtan evde penne bulabildim (siradan bir ogrenci evi degil burasi, makarna genelde olmuyor desem yeri). Bu sefer de dolapta buldugum soya sosu ve tavuk gogsuyle soya soslu tavuk sarma, yanina da pilav yaptim. Origamiyle birlesince pek bi seker oldu sofram. Oglen de ramen yedigimi dusunursek gunu daha uygun bir yemekle bitiremezdim sanirim.

Bir baska rutinimse icetea+haribo komasina girmek. Hic sasmaz, Mae yokken gunde en az 1 bucuk litre icetea icip hariboyla seker komasina girerim. Bu sefer de oyle oldu, hatta paraya kiydim bakkaldan 3 liraya icetea green aldim. Evet bunu yaptim cunku BIM'de green tea yok. Haribonun zaten kolalisi haric hayir diyebilecegim bir cesidi yok. Tropik meyveli en sevdigim degil belki ama bakkalda en guzel o gorundu gozume :)

Bu surecin son basamagi Adam Sandler filmlerini tekrardan izlemek, yeterince guldukten sonra da bir tane Japon veya Kore filmi, sonra da aglamalik bir film izlemek. Yine rutin olarak bu filmlerin 2 tanesi en az 35 defa izledigim filmler olmali. Bu sefer Adam Sandler'dan Big Daddy'le basladim, Japon yapimi Koizora'yla devam edip nihayet Das Leben Der Anderen'le bitirdim cok sukur. Daha once izlemeyerek cok dogru bir karar verdigimi fark ettigim Koizora normal sartlarda 10 dakika dayanamayacagim bir film olsa da haftasonu sendromum sagolsun sonuna kadar izledim. Biraz kafam duzelsin diskten de silecegim ama simdilik o da bu haftasonunun anisina kalsin.

Aksam yemegimin bir resmini koymadan gecemeyecegim. Bir yanina da pembis lotusumu ilistirdim ki Mae yokken neler yasadigima dair kanit olsun.



Mae allahtan yarin sabah evine ablacigina geri donecek. Ben de kisa sureli rutin depresyonumdan kurtulacagim. Evden getirecegi ganimetler de aslinda bir yaziya konu olabilir. En guzel haber yesil kek getirecekmis. KPSS donusu yesil kek komasina girmeyi dusunuyorum. Bir de okulda Adriana diye Brezilyali bir ogretmenimiz var, kisir hastasi. Kafama soktu, yanina da kisir yapip evde kucuk capli bir dolar-mark gunu yapabiliriz abla-kardes.

Bilemiyorum, sanirim bu yalnizlik olayi iyice vurmaya basladi. Universite arkadaslari bir yerlere dagildi. Su yasta da yeni arkadas edinmek daha da zor. Okuldakilerin cogu allahlik, iyilerin de en iyi arkadasi ben degilim. Zaten is yuzunden baska ortama girecek zaman da kalmiyor. Bu da bir yana uzun zamandir kimsenin 1 numarali arkadasi olmayinca ya da 1 numarali arkadasim olmayinca bu surec cok daha zor geliyor. E ne oluyor o zaman? Kardesim en yakin arkadasim, tek arkadasim oluyor, o 2 gun evden ayrilinca depresyonum bile rutin surecte geciyor. Cidden ya ben neden arkadas edinemiyorum?

Yarin: Mae donmek uzereyken.. Brokoli haslama, evi toplama, camasir yikama, icetea bitince bakkala inmemekte direnme.. Yok yok yarin tarihin kirilma noktasi, uyanabilirsem KPSS'ye girecegim. Bol sans bana.

26 Eylül 2010 Pazar

2 hece

Okulda derslerle gecen ilk haftam nihayet son buldu. Gunluk Hisarustu-Buyukcekmece temposuna da alistim sanki (2 gun okula gec kalmam, bir keresinde mudure kapida yakalanmam o kadar da buyutulecek bir sey degil yani). Ogretmenler odasi da artik canimi o kadar sikmiyor, sonucta oturup nefeslenecek zamani zar zor bulabiliyorum.

Yalniz hersey bir yana bir sey dikkatimi cekti: fena halde ogrenci seciyorum. Kimi ogrencilerimin ismini daha ilk gunden ogrendim, derslere katilmalari icin onlari daha bir tesvik ediyorum, onlara daha da bir canim cicimle yaklasiyorum. Aslinda bu da degil anlatmaya calistigim. Normalde- ogrencilik tecrubelerime dayanarak soyluyorum- ogretmenler temiz yuzlu, sirin veletleri daha bir severken ben tombik, icine kapanik, fazlaca konusmayan ogrencilerimi seviyorum. Hele tombik kiz ogrencilerimi surekli uzata uzata "my beautifuuuuul ..." diye cagiriyorum. Belki kendimi goruyorum onlarda ya da hayatlari boyunca dogrucu davutlarin onlarin gobeklerini oralarini buralarini cekistirip aslinda guzel olmadiklarini yuzlerine vuracaklarini dusunup korkuyorum. Korkuyorum, cunku evet kendimi onlarin yerine koyuyorum ve bazi seylerden ders cikariyorum.

Mesela bana kucukken annemden baska hickimsenin "guzel" oldugumu soyledigini hatirlamiyorum. Genelde "kardesin zayif ne guzel, sen neden sismansin?" gibi mal bir soruyu sorarlardi bana. Dunya cirkini ucube degildim, simdi simdi bunu anlayabiliyorum ama kucuklugumdeki bunalimlarimlarim, zor oturan kendime guvenim hepsi hic duyamadigim 2 heceli bir sozcugun bana yakistirilmamasindan kaynaklaniyor. Ustelik insan olarak yalan soylemeyi bu kadar severken neden is kiz cocuklarinin guzelligine gelince bir anda dogruyu soylemek zorunda hissediyoruz kendimizi? Bunu hala anlayabilmis degilim. Simdiyse bir nevi gunah cikarma, bir nevi tum bunlara karsi gelmeyle icimi rahatlatiyorum. Tombik, gozluklu, kendine guvensiz ama dunya guzeli kiz ogrencilerim var benim diyorum. Ileride babalarinin banka hesaplarina ya da altlarindaki son model arabalarina bu 2 heceyi yakistiracak hayvanlari umursamadan hem de.

Marilyn Monroe ne guzel demis, beni ve hatta bizi anlatmis. Buyudukce bizimle buyuyen o boslugu, 2 hece ugruna kendimizden vazgecislerimizi, doktugumuz onca gozyasini, umarsizca saydigimiz paralari, cocuklugumuzu, bugunumuzu.. Hicbir kiz cocugunu bu 2 heceden mahrum birakmaya hakkimizin olmadigini.. Boyle.


20 Eylül 2010 Pazartesi

Muzur kiz cocugundan ters kadinliga gecis

Ilk ders gunum.. Ozetle: sabah 5 bucukta kalkis + otobus metrobus servis uclusu + sicakta bir beden kucuk takimin icinde toren + mini mini 1lerle 5 ders + bahce nobeti + kacamak sigara arasi + Zincirlikuyu’dan tikis pikis otobus + topuklu ayakkabinin seklini almis ayaklar + migren = ben ogretmenim, evet.

Universitede ogretmen olmayi bize boyle anlatmamisti hocalarimiz. Ben hala kendim kalabilecegime inaniyordum mesela. Fazla naif kacti bu cumle, duzeltiyorum: Okulun ilk gununden haziran hayalleri kuracagimizi anlatmamislardi bize. Bu daha dogru oldu, evet. Ders mufredatlarinda gecmeyen ogretmenler odasinda donen muhabbetleri saymak bile istemiyorum.

Bir yandan da soyle bakiyorum olaya.. Ilk gunden gelen bu farkindaligi hayatim adina bir seylere donusturme firsatim var hala. Bir onceki yazimda gecen “master hayali” de bir yandan buna dayaniyor. Olur ya sene gecer, staj biter o zaman yeni baslangiclar yeni adimlar.. Sunu biliyorum, bu kafayla 3 sene ogretmenlik yaparsam muzur kiz cocugu sizlere omur. Ya da ne bileyim kacinilmaz son derim, zevk almayi da bilirim.. Yok bilmeyeyim ben.

Bu arada dus falan nafile, her yerim sizliyor. Artik pazartesi sendromunun yaninda pazartesi benim icin bahce nobeti. Sabaha duzel ayaklarim, yarin 6 saat ders sizi bekler..

Hayat ben ve benzeri

Bogaza karsi los isikli bi odadanin balkonunda elimde sarabimla dalga seslerine karsi Lisa Ekdahl'in hinzir "Tea for Two" yorumuyla "two" hayallerine dalma hayali kuruyorum kac zamandir.. Ruzgar esse arada azicik diyorum, yosunla karisik tuz kokusu.. Istanbul'a asik oldugumdan falan degil, sadece tekrar basit hayallere kaptirmak istiyorum kendimi.

Son 3-5 haftadir hayat adina buyuk hayallere giristim, itiraf ediyorum. Hatta bu aralarinda en anlik en basit olani.. Oncelikle ogretmen olmak icin yaratilmadigimi fark ettim, bu durumda tek cikis yolu olarak master ve tekrar ders calismak kaliyor. Hatta isi ilerlettim hangi alanda master yapmak istedigimi bile az cok belirledim. Fikrim her an degisebilecegi icin buradan yazmak istemiyorum, sadece sunu soyleyebilirim ogretmenlik disinda is bulmak icin pek de hora gecmeyecek bir alan. Yine de olsun. Kendim icin 23 senedir yapmadigim seyi, kendimi dusunmeyi bir kez olsun yapma fikri bile hayallerime engel degil. Bir baska hayalimse belki bir Avrupa ulkesinde hic tanimadigim bilmedigim bir koye yerlesmek. Evet, cok ciddiyim. Ufak alanlarda daralan ben kucuk bir koyde yasamak istedigimi anladim. Ve asil istedigim seyin internet, metro, telefon vb degil kendimi orada buyutmek oldugunu da.. Cunku bir suredir sabah kalkip aynaya baktigimda kendimi goremedigimi fark ettim. Nereye gittigini bulana kadar koy koy dolasmak zorunda kalma hayali.. Neyse.. Bir de hayallerim arasina yeni giren bir sey var: kisa film cekmek. Ozellikle karakteriyle sahnesiyle tamamen kurguladigim stop-motion filmimi zaman bulup cekmek istiyorum (diger hayallerim arasinda en elle tutuluru bu gibi gorunse de yok, cidden hic zamanim yok). Kuklami az cok bitirdim, icimden yeni yeni kuklalar bile yapmak geliyor. Ama hersey bir yana su aralar zaman ayiramadigim icin uzun vadeli gelecek hayallerimin arasinda bu film isi de. Aslinda bir de uzun metrajli bir senaryo var deli kafamda ki bu hayalimin gercege donusmesi biraz yazma pratigine biraz da ozguvene bakar. Olur ya en basa donerim, master icin boyle bir alan secerim vs vs.

Hersey bir yana.. Sanirim kendimi daha bir tanimaya basladim. Daha 1 aydir ancak ogretmenim, hatta ilk derslerime bugun girdim belki ama bildigim bir sey var: Bu ben degilim, olmamaliyim, en kisa surede o aynadaki kayip ben'i bulmaliyim. O zaman belki kendime ait bir oda hayal etmeme gerek kalmaz, ben de ait oldugum odayi bulurum..


19 Eylül 2010 Pazar

Evli mutlu cocuklu

Ilkokul arkadaslarimin fb profillerine bakarken fark ettim. Cogu ya evli cocuklu ya sadece evli ya da nisanli. Hani diyorum daha gencsin kizim, yolun acik, is-guc sahibisin bir yerde. Ama yani bir yandan da hatirliyorum bu kizlar evcilik oyununda bile mizikciydilar, dansa davette millete ayakkabilarinin tabanini gostermeye merakliydilar, bacak kadar boylariyla "ben evlenmiycim, okuyiciyim" derlerdi. Ben gayet ottan yemek yapardim, camurdan tabak canak yapip ustumu kirlettim diye annemdan azar isitirdim, ayrica da muhtelif yaslarda muhtelif hayali kocalarim olurdu (hatta bir tanesi halamin anlattigina gore Almanya'da isciymis, adi Mehmetmis ve para biriktirince beni yanina aldiracakmis.. ben bunu hatirlamiyorum mesela). Hayir yani evlilik meraklisi da degilim ama Woody Allen gibi bir gun kanepeye uzanip cocukluguma inmem gerekirse diyecegim su: Cocukluktan bi b*k cikmiyor.

Expectations vs Reality


Kardesim Mae (okuyucularim icin not: bu adi cokca duyacaksiniz) Teoman'in su an adini hatirlayamadigim bir sarkisini dinlemeye kiyamadigini soylemisti. Buyusu bozulur takintisi da degil, sarki dinlenip bikilmayi, bir kenara atilmayi hak etmiyormus. Bana bunu ilk soylediginde sanirim 15-20 saniye suratina bakakalmistim.

Megersem haksizlik etmisim, daha da kotusunu kendim yapiyormusum. Yatip kalkip izledigim filmleri 10a 15e tamamlayan birisi olarak kiyamadigim bir film var benim de: (500) Days of Summer. Adam akilli 2 defa belki izlemisimdir ya da sevdigim sahneleri izleyip kapatmisimdir. Kesinlikle ask filmi olmadigi yazar afisinde ki gercekten degil, adinin yaptigi cagrisimlara aldanmamak lazim.. Uzgunum ama spoiler vermeyi hic sevmedigim icin ancak bu sekilde ozetleyebilirim filmi. Bir de "Summer Finn is NOT a bitch" derim.

Aslinda yani gelmeye calistigim nokta su ki.. Her kadin biraz Summer Finn. Biraz diyorum cunku ne istemedigini bilen kadin varsa da ne istedigini bilen biraz farazi. Ostrajen seviyemize gore kanmaya meyilimiz yukseliyor: iste kimi zaman tek tas, kimi zaman bir buket cicek, kimi zaman guzel bir aksam yemegi ya da yalandan bir gulumseme. Hop herseyi basa sariyoruz, hayat super, iliski super vs vs. Ama eger yoksa, olmuyorsa kimseyi kandirmamak lazim diyorum. Ve tabi ki anlam cikarilmasin diyorum yazdiklarimdan. Yine de sunu soylemeden bitirmek istemiyorum: ben en azindan gelecekteki hayatlarimdan birinde Summer olarak dogmak istiyorum. Sanirim bu filmi bu kadar ilahlastirmamin nedeni de kendi icimdeki Summer'i 23 senedir arayip hala bulamamis olmam. Neyse..

Son olarak da sanirim filmin en sevdigim sahnelerinden biriyle bitirmek istiyorum.. Hayal dunyasi ve beklenti arasindaki kalinca cizgiyi gorebilmek dilegiyle..

(W)here I go

Bilen bilir, yazdiklarina cok da deger veren bir insan olamadim. O yuzden 4-5 sene icerisinde bu blogu cesitli isimlerle acip, "yok anacim olmadi" diyip butun postlari kac kez 2 tik darbesiyle ziyan ettim. Simdi ne degisti, neden yaziyorum ya da yine yazacak miyim bilemiyorum. Yalnizca su siralar bir ic dokme ihtiyacindayim. Universitenin bitmesiyle oraya buraya dagilan arkadaslarim, tebdil-i mekan dolayisiyle uzakta biraktiklarim, yeni okulumdaki (yani is yerim olur kendisi) yeni insanlar hayatimda oldugu ya da olmadigi surece sanirim bu blog da var olacak.

Simdilik bu kadar diyeyim. Gerisi gelir umarim..